03 Aralık 2014 01:00

Putin’in Türkiye hamlesi

Putin’in Türkiye hamlesi

Fotoğraf: Envato

Paylaş

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Türkiye ziyareti, Rusya’nın, batının hakim güçleriyle ‘yeni soğuk savaş’ diye nitelenebilecek bir dönemi yaşadığı süreçte gerçekleşti. Putin’in Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK) toplantısı için Türkiye yaptığı ziyareti, 10 bakanın da bulunduğu bir heyetle gerçekleştirmesinin arkasında böyle bir gerçek yatıyor.

Rusya ile ABD ve AB arasındaki gerilim, Sovyetler Birliği’nin sosyalist blokun en büyük gücü olarak ayakta olduğu dönemde iki karşıt sistemin çatışması olarak gündemdeydi. Bu çatışma, sonuçları bakımından dünyanın bütününde etki gösteren bir özellik taşıyordu. Sovyetler Birliği’nde sosyalizmin çöküşünün ardından da, bu çatışma emperyalist güçler arasındaki hegemonya mücadelesi olarak sürdü. ABD ve AB, Rusya’nın ‘arka bahçesi’ sayılan coğrafya üzerindeki denetimini kırmaya yönelik bir kuşatma çabasını hep diri tuttu. Bu politikanın temel hedefi Rusya’yı, tüm eski egemenlik alanlarından yalıtarak “Rus toprağına” hapsetme üzerine kuruluydu.

ABD’nin 11 Eylül süreciyle birlikte Afganistan ve Irak’ı işgali, ardından batının diğer emperyalist güçlerinin de desteğini arkasına alarak gündeme getirdiği Suriye kuşatması bu politikanın bir devamıydı. Rusya’nın ciddi bir diplomatik hamle ile ABD’yi Suriye’ye silahlı müdahale seçeneğinin dışına çekmesi ve Irak’ta, Afganistan’a yapılanın Suriye’de yapılamaması Rusya’nın bu kuşatmaya fren koyması anlamına geliyordu. Bu, Rusya adına bir başarıydı.

Ukrayna ve Kırım’daki gelişmeler, Doğu Avrupa’da Rusya’nın eski etki alanlarındaki ilişkilerini canlandırma çabaları, ABD ve AB’nin Rusya’ya yönelik kuşatmasının temel gerekçelerini oluşturuyor.

ABD ve AB öncülüğünde Rusya’ya karşı ilan edilen ekonomik yaptırımlar ve son G-20 Zirvesi’nde belirginleşen izolasyon, Putin’in Türkiye ziyaretini Rusya için ekonomik olduğu kadar, siyasi açıdan da anlamlı hale getirdi.

Ham petrolün varil fiyatı 2013 yılının haziran ayından itibaren ilk kez 31 Temmuz 2014’te 100 doların altına düşmüştü. Ham petrolün varil fiyatı, dün bu satırlar yazılırken ise 68.24 dolara düşmüştü. Rubleyi dolar karşısında olumsuz etkileyen bu duruma karşı, Rus Merkez Bankasının rubleyi güçlü tutmak için yılbaşından bu yana 90 milyar dolardan fazla harcama yaptığı biliniyor.

Putin’in Ankara’ya inmeden önce Akkuyu’da yapılacak nükleer santralin ÇED raporuna onay verilmesi ve Putin’in buna karşı bir jest olarak doğal gazın 1 Ocak’tan itibaren Türkiye’ye indirimli verileceğini dile getirmesi, ayrıca Ankara’nın talebi üzerine Mavi Akım’ın kapasitesinin artırılacağını açıklaması bu ilişkiler bağlamında değerlendirilmelidir.

Ankara, stratejik açıdan bağlı olduğu, ancak yer yer gerilimler yaşadığı batılı güçlere karşı elinde başka önemli seçenekler ve kozlar olduğunu da böylelikle dile getirirken, Putin de farkında olduğu bu hoşnutsuzlukların da üzerinde hareket ederek Rusya etrafındaki kuşatmayı kırmaya yönelik bir adım atmış olmaktadır. Bu arada, tarafların Suriye konusunda yaptığı açıklamalar, bu konudaki önemli farklılıklarının devam edeceğini gösteriyor. Zaten aksi yönde bir ihtimal de gözükmüyordu.

Ortaya çıkan tablo etrafından her iki taraf da kendisi açısından bir ‘başarı’ kurmaktadır. Ancak açık olan bir gerçek Rusya’nın kazancının daha fazla olduğudur. Petrol fiyatlarındaki düşüş yüzde 30’u aşarken, Putin’in Türkiye’ye jest olarak ifade ettiği yüzde 6’lık doğal gaz indirimi ciddiye alınır bir oran oluşturmamaktadır. Bu yazı yazılırken, Başbakan Davutoğlu’nun yaptığı “Rusya’dan doğal gaz fiyatının indiriminin yeterli olmadığını, arttırılmasını talep ettik” açıklaması da bu gerçeğin bir sonucu olarak okunmalıdır.

Bilindiği gibi enerji, Türkiye ile Rusya’nın ekonomik ilişkilerinin çok önemli bir ayağını oluşturuyor. 2013 yılında Türkiye, Rusya’dan 26 milyar metreküp doğal gaz aldı. Bu, Türkiye’nin doğal gaz tüketiminin yüzde 59’u demek. Almanya’dan sonra Gazprom’un Avrupa pazarındaki ikinci büyük müşterisi olan Türkiye’nin, Rusya’dan yüzde 30’u bulan petrol ithalatı da var. İki ülke arasındaki nükleer enerjiye dair yakın ilişkiyi de bu çizginin bir devamı olarak görmek gerekiyor.

Bu yönelimin, Türkiye’nin batı emperyalizmi ile çok uzun yıllara dayalı stratejik ilişki dengesini değiştirici bir etki yapabileceğini öne sürmek için henüz çok erken. Rusya ile girilen ilişki, şu an itibariyle AKP Hükümeti açısından kendisini bölgesel seçenekleri güçlü bir aktör olarak sunmak ve ‘başarı’ ihtiyacını gidermek ile sınırlı bir imkan sunuyor. Batının giderek köşeye sıkıştırmaya çalıştığı Putin için ise, bundan daha fazlası. Varolan ilişkiler açısından iki yönlü bir ‘başarı’ hesabı üzerine kurulu bu tablonun, ‘Putin’in Türkiye hamlesi’ olarak okunması daha doğrudur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI
Sefer Selvi Karikatürleri
Evrensel Gazetesi Birinci Sayfa